Sorgulanmayan Bir Hayat Yaşanmaya Değmez
Kahvemi doldurup, yazımı yazmak için bilgisayarımın başına oturduğumda radyodan gelen müziğin sözlerine takılıyorum. Ferhat Göçer’in “kendimle yüzleştim” şarkısının sevdiğim nakaratını tekrarlarken buluyorum kendimi.
…Gençliğimi geri verseler
Bu kez en çok kendimi severdim…
E gençliğimizi geri vermeyeceklerine göre, kendimi ne kadar çok seviyorum sorusu takılıyor zihnime. Sonra başka sorular kovalıyor düşüncelerimi…
Gerçekten kendimi sevmek ne demek?
Kendime olan sevgimi ne kadar hissediyorum?
Ya da kendimi gerçekten seviyor muyum?
Hepimiz günlük koşuşturmanın içerisinde kâh zamanı yakalamaya kâh da zamana kendimizi bırakmaya çalışıyoruz... Durup kendimize bakmadan/bakamadan sistemin getirdiklerini yaşamaya çalışıyoruz.
Peki, içinde bulunduğumuz bu sistem bizim hangi ihtiyaçlarımızı ve isteklerimizi kamçılıyor?
- Yapmaktan keyif aldığımız, potansiyelimizi ortaya koyduğumuz, parladığımız bir işimiz ve öyle bir işten ihtiyaçlarımızı ve isteklerimizi karşılayacak adil bir gelirimiz olsun istiyoruz.
- İş ortamımızın huzurlu, iş arkadaşlarımızla uyumlu ilişkiler istiyoruz.
- İşler tıkırında giderken, özel yaşamımızda dengeyi kurmak, ailemizle-sevdiklerimizle doyumlu beraberlikler istiyoruz.
- Sosyal kültürel hayatımızda da kendimizi fark etmek ve yaşamın tadına varmak istiyoruz.
- Dış dünyamızda buz dağının görünen kısmında her şey yolunda giderken, iç dünyamızda buz dağının altında kalan kısmında sevgi, şefkat, güven, huzur, anlayış vb. gibi değerlerle sarıp sarmalayan şifalandıran ilişkiler istiyoruz.
Tüm bu isteklerimizi gerçekleştirmeye çalışırken iş-aile-sosyal ve kendimizle olan ilişkilerimiz de kendimizi koskoca bir ilişki yumağının içinde buluyoruz. Bir yumağı fark edip, ipin ucu nerede derken bir de bakmışız nur topu gibi yeni yumaklar oluşmuş. Birçok ilişki yumaklarının içinde kaybolurken dertlenmeye, acılar çekmeye başlıyoruz.
Kafamızı gömdüğümüz yumaklardan çıkarıp baktığımız noktada dertlerimizin, acılarımızın ne kadar ortak olduğunu fark ediyoruz. Sonra ruhumuz sıkışmış bir şekilde, bir şarkının nakaratında ya da bir film sahnesinde kenetlenmiş olarak buluyoruz kendimizi ve birbirimizi.
Her ne kadar sorunlarımız, acılarımız ortak olsa da çözümlerimiz bize özel… Aynı parmak izimiz gibi...
Bizi rahatlatacak piyasada bulunan birçok eğitim ve yöntemi denerken bir türlü istediğimiz kıvama gelemiyoruz. Bu kadar kaynak varken ve birçok deneyim yaşarken, ilişki yumaklarına bir türlü çözüm bulamıyoruz.
Aslında başkalarıyla olan ilişkilerimiz, kendimizi de ele veriyor. Çünkü diğer insanlarla yaşadığımız ilişki yumakları kendimizle olan ilişkimizin bir aynası… Yani ilişkilerimizin yansımasını kendimizde ya da kendimizin yansımasını, ilişkilerimizde yaşıyoruz.
Bu durumda kendimizle olan ilişkimizi tazelemeye nereden başlayacağız?
Evvela kendimizle çalışacağız. Yani kendi parmak izimizi fark etmekle başlayacağız. Çünkü herkes bu dünyada tek ve eşsiz.
Doğal olarak da farklı bir iz bırakmak istiyoruz.
Peki, bu nasıl mümkün?
Sorular sorarak başlayacağız değişime ve kendimizi tekrar keşfetmeye…
Soru sormakla nasıl değişim başlar diyebilirsiniz. Onu da Marilee Adams “Sorularınız değişirse hayatınız değişir” kitabında şöyle açıklıyor:
“Yeni sorular bakış açımızı tamamen değiştirerek bizi sorunlara yeni bakış açılarına taşır. Sorular tarihin akışını bile değiştirmiştir. Uzun zaman önce göçebe toplumlar ifade etmeseler de daima içlerinden sordukları bir soruyla hareket ederdi: Nereden su bulabiliriz?
Oysa ifade etmeseler de içlerinden sordukları soru, değiştiğinde ne olduğuna bak: Suyu kendimize nasıl getirebiliriz? Bu yeni soru, insanoğlunun düşünce sistemindeki en önemli değişikliklerden birini yarattı. Tarım çağını başlattı; sulama, su depolama, kuyu açma, toprak işleme teknolojilerinin gelişimini ve sonunda da şehirlerin oluşumunu sağladı.”
Marilee Adams’ın belirttiği gibi sorularımızın değişimiyle beraber hayatımız değişiyor. Ortak gibi görülen çözümler; kendi verdiğimiz kararlarla, odak noktamızı kendimize getirmemiz ile beraber kişiye özel bir hale geliyor. Hayatımızın değişimine yani kendimizin değişimine başlamak için istek ve enerjimizin tam olması gerekiyor.
Böylece hayatımızı otomatik pilottan çıkartıp amaçlı ve bilinçli seçimler yaparak, kendimizi fark etmeye, en önemlisi kendimizi yaşamaya başlıyoruz…
Yani sorularla, sorgulamayla hayatımızı yeniden yapılandırıyoruz. Çünkü Eflatun’un “sorgulanmayan bir hayat yaşanmaya değmez” cümlesi gibi tüm hücrelerimizde hayatı yaşanır kılıyoruz.
Peki, sorgulamaya hangi sorularla başlayabiliriz?
Ben kimim?
Ben gerçekten ne istiyorum?
Ben kim olmak istiyorum?
Ben nasıl bir iz bırakmak istiyorum?
Gibi sorular devam ederken kahvemin soğuduğunu fark ediyorum. Yeni bir kahve almadan önce telefonumdan bu sefer ben açıyorum “kendimle yüzleşme” parçasını.
Ve şunu da fark ediyorum ki sistemin içinde değerlerimizle var olabilmek, doyumlu ilişkiler yaşayabilmek şarkıdaki gibi “en çok kendimizi sevmekle” mümkün…
Kendinizi çok sevdiğiniz günlerin çoğalması dileğiyle…
Sevgilerimle.
Selda ile Online Koçluk Seansı ve Kişisel Gelişim Atölyeleri için randevunu hemen oluşturabilirsin.
"Ellerimizle" Dergisi 5. sayısında yayınlanmıştır.