Eşitliği Hangi Erdemler Destekler?
İnternette kadın- erkek eşitliği konusundaki makaleleri araştırırken Ipsos Global Advisor kadın-erkek eşitliği konusunda 21 Aralık 2018 – 4 Ocak 2019 tarihleri arasında toplam 18,800 bireyle 27 ülkede yapılan araştırmasına rastladım. Sonuçlar şöyle:
“Ipsos Türkiye Barometresi Araştırmasına göre Türkiye’de toplumun %75’i Kadın ve erkeklerin hayatın her alanında eşit olması gerektiğine inanmaktadır. Aynı zamanda küresel ortalama olarak her 10 bireyden sadece 1’i kadın olmanın daha avantajlı olduğunu düşünüyor. Araştırmaya Türkiye’den katılan bireylerin %57’si toplumda erkek olmanın daha avantajlı olduğuna inanıyor, %27’si ise bir fark olmadığını düşünüyor. Ipsos Global Advisor Araştırmasına Türkiye’den katılan bireyler ülkede kadın-erkek eşitliğini sağlamak için yapılması gerekenler konusunda özellikle kadına yönelik şiddeti önleyecek yasalar ve eğitim konusuna vurgu yaptığı görülüyor. “
Ipsos Global Advisor ve Türkiye Barometresi araştırmalarının kadın -erkek eşitliği ile ilgili bilgiler bizleri aydınlatıyor. Bir koç olarak araştırma verilerinin ışığında, aklıma “toplumlarda kadınlar hangi kimliklerle var olmaya çalışıyor?” sorusu takılıyor.
Genel olarak kadınlar; anne, iş hayatında çalışan, aile içinde toparlayan ya da toplumsal statü olarak birden fazla kimlikle varlığını göstermeye çalışıyor. Bu da dolayısıyla sorunları beraberinde getiriyor. Kadın bu kimliklerle beraber çocuklara ve eve bakmak, iş hayatında var olmak ve kadınlığını yaşamak konusunda eşit haklara sahip olmak istiyor.
Eşit haklara sahip olmanın, “insan olabilme” erdemlerini gösterebilme becerisi ile mümkün olduğunu düşünüyorum. Kadın ya da erkek sevgi, saygı, şefkat, merhamet, hoşgörü, adalet, özerklik… gibi erdemlerin ne kadarını yaşıyor ve de yaşatabiliyor? İş yerindeki olumsuzluklara sinirlenen bir baba eve gelince eşine öfkesini psikolojik şiddet ya da fiziksel şiddet olarak yansıtabiliyor. Birçok kimliği içinde barındıran kadında, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, psikolojik ve/veya fizyolojik şiddeti çocuklarına, çocuklarda diğer kardeşlere, çiçeklere, evcil hayvanlara, arkadaşlara ya da anneye yansıtabiliyor. Öte yandan, “erkekler ağlamaz”, “dayak cennetten çıkma”, “yuvayı yapan dişi kuştur”, “kol kırılır yen içinde kalır” gibi söylemlerle kadın ya da erkeklerin baskı ile duygularını ifade edememesine ve çeşitli zihin kalıplarının oluşmasına sebep olabiliyor. Bu da “mış gibi yaşamların” maskeli balolarda görünmesine olanak sağlayabiliyor. Böylece sergilenen davranış modelleri zincirleme olarak aktarılıp, bir kısır döngü şeklinde toplumsal boyutlara ulaşabiliyor.
İşte bu noktada şiddetin tam zıttı kavramlar ne olabilir diye zihnimden gelen soruya kalbim Şefkat ve yaratıcılık diye içten cevap veriyor. Gerçekten, şefkat ve yaratıcılık şiddetin oluşumuna engel olabildiği gibi, tamamen ortadan da kaldırabilecek güce sahip. Şefkat ve yaratıcılığının farkında olan kadın ise koşullar ne kadar zorlu olursa olsun, kendini, ortamı ve ilişkileri kontrol edebildiği gibi olayları ve kişileri sarıp sarmalamayabiliyor.
Peki şefkati yaşamak ve yaşatmak nasıl mümkün olur?
Öncelikle kendimize şefkat göstermek iyi bir başlangıç olabilir. Kendimizi kurban görmeden ya da kendimize acımadan; yaralarımızı, kırılganlıklarımızı, yıllardır oluşturduğumuz zihin kalıplarını değiştirerek ve dönüştürerek şefkatle kendimizi kucaklayabiliriz.
Kendimize şefkat göstermeye nereden başlayabiliriz?
Kendi değerlerimizin, isteklerimizin, hayallerimizin farkına varıp, dizginleri elimize alabiliriz. Dizginlerimizi ele alırken de ikinci büyük erdemimiz olan yaratıcılığımızı canlandırabiliriz. Yani kadın olarak 3 çeşit malzemeyle 33 çeşit yemek yapabiliyorsak, bir gülümsemeyle dünyalara bedel mutluluk oyunları oynayabiliyorsak, yaratıcılığımızı aktifleştirebiliriz. Elbette kolay olmayan bu süreç emek ve cesaret istiyor. Ama bildiğimiz gibi dünyanın neresinde olursa olsun bir bebek yürümeyi becerebilene kadar ortalama 200 defa düşüyor. Buna rağmen her defasında ayağa kalkıp, mücadeleye, emek vermeye, gayret göstermeye devam ediyor.
İşte bizde belki de bebek adımları ile başlayacağız. Kendimize göstereceğimiz şefkat, kullanacağımız yaratıcılık becerileri belki bize özel olacak. Bir süre sonra bir bakmışız ki yaptığımız yemeğin malzemeleri el kararı spontene olmuş ve lezzeti damaklarda sonra da hafızalarda yerini almış. Ve bu yemekle önce kendi yüreğimizi, sonra da sevdiklerimizin dünyasını doyurmanın hazzını fark edeceğiz.
Bu yaklaşımımız ile çocuklarımızı, ailemizi, sosyal çevremizi etkileyerek, kadın olmanın ve insan olabilme erdemlerini yaşayabilmenin mutluluğunu hissedeceğiz.
Güzel, mutlu günlerin çiçekler gibi açması; kadının özündeki bu şefkati ve yaratıcılığı hatırlamasıyla, yaşamasıyla ve yaşatmasıyla mümkün olacaktır.
Ya sen şefkat göstermeye nereden başlamak istersin? Kendine ne sıklıkta şefkat gösteriyorsun?
Yaratıcılığını artırmak için ne yapabilirsin? Seni ne destekler?
Şefkat, yaratıcılık erdemlerini sevgiyle yaşadığın ve yaşattığın bir gün olması dileğiyle…
Sevgilerimle.
Selda ile Online Koçluk Seansı ve Kişisel Gelişim Atölyeleri için randevunu hemen oluşturabilirsin.
*Ellerimizle Dergisi 6. sayısında yayınlanmıştır.